Bu Blogda Ara

27 Eylül 2010 Pazartesi

PAR ad IS

Yirmi yaşında bir üniversite öğrencisi olarak çok fazla yurtdışı deneyimine sahip olamadım öncelikle bunu söylemek istiyorum.Aslında yurtdışına çıkacağım zaman çocukluğumdan beri merak ettiğim medeniyetleri gezip görmeye öncelik gösterdim bugüne kadar.
Kahire,Luxor,Aswan hayatım boyunca merak ettiğim hakkında sürekli araştırma yaptığım tarihiyle,yapısıyla,Arap mimarisiyle kesinlikle gezip görülecek yerler.Gittim,gezdim,gördüm ve hayran kaldım onuda başka bir yazıda anlatırım.

Aslında Paris'e gitmekte gerçekleştirmek istediğim bir hayaldir yıllardır.Geçenlerde Paris konulu bir serginin olduğunu öğrendim ve günlük programıma bu sergiyide dahil ettim.
Sergi sahibi:Levent Özçelik.Kendisi fotoğrafçı ve yazar.Kendisi hakkında detaylı biligiyi http://www.leventozcelik.com/ 'dan elde edebilirsiniz.
Sergi 9 Ekim'e kadar İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nde olacak.

Resimlerde,Paris'i kelimenin tam anlamıyla yaşıyorsunuz.Kentin sokakları,meydanları,insanları siyah beyaz çekimler ve sanatçının izlenimleriyle bir görsel şölen sunmakta.Paris'e gidip gelmiş kadar oluyorsunuz çünkü resimlere baktıkça hayal dünyanızda kaybolup gidiyorsunuz.Bir resmin karşısında yirmi dakika dikildiğimi biliyorum :)
Sergilerden genellikle sıkılırım yani gitmeyi çok tercih etmem ama bu sergi bugüne kadar gördüklerim arasında en güzeliydi.
Paris hakkında ne söylenebilir ki aşkın,tutkunun şehri.
Sanatçının sergide yer verdiği kısa açıklamada olduğu gibi:


Cennet ve cehennem! Sonsuz beyaz ve ateşli kırmızı. İnsanın kendi kendine yarattığı en büyük korku. Cennet ve cehennem, dokunamadığımız iki duygudur. Cennet ve cehennem, kişisel hesabıdır insanın. ‘ Hangi şehir şaraba benzer? ’ demiş Nazım Hikmet. Jules Renard ise ‘Paris’e iki harf koyun, ortaya çıkan paradis, yani cennet.’ demişti. Herkesin bir Paris’i var. Cehennemi reddedip cenneti seçiyorum. İşte bu benim Paris’im…'

  Eğer haftasonuna bir planınız yoksa aşık olduğunuz kişiyide alıp aşıkların şehrine yolculuk yapın.Tabloların karşısına geçtiğinizde kendinizi o sokaklarda yürürken,o banklarda otururken bulacaksınız ve tabiki herzaman aklınızda olan hayaller de size eşlik edecek...




25 Eylül 2010 Cumartesi

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali

Her sene okula başladığımda bu sene bir sürü etkinliğe,toplum yararına çalışan vakıflara,okuduğum bölümle ilgili sempozyumlara katılacağım diye kendime sözler verip dururum.Çoğunlukla tutamam bu sözleri ama bu sene yani üçüncü senemde artık zamanımı daha farklı değerlendirmeye karar verdim.
Kararlılığımın ilk adımı olarak bölümüm içersindeki Veri-İşlem Lab.'a başvuru yaptım bile.Yani okula git,derse gir çık,in merkeze gez,sinema,alışveriş nereye kadar? İnsan sürekli kendine birşeyler katmalı ki hayat akıp giderken yerinde saymamalı.

Neyse kendimden bahsetmeye başlayıp yine konudan ve ana başlıktan sapmak istemiyorum.
Asıl konuya gelecek olursak;İstanbul FNO'dan sonra büyük bir etkinliğe daha hazırlanıyor.Bu etkinliği daha öncede duymuştum ama katılamadım halbuki tek bir yerde değil hem Anadolu hem Avrupa yakasının çeşitli yerlerinde onlarca yazar ağırlanmaktaydı.
Geçen sene Adam Fawer'ın Tüyap' a geldiğini duymuştum.''Bir kitap okudum hayatım değişti'' sözünü bana yaşatan bir yazardır kendisi,özeldir.Olasılıksız'ı okumadıysanız kesinlikle tavsiye ederim (dipnot:kitabı her yönüyle anlayabilmek için birazcık fizik bilgisi gerekiyor) 'The Secret' tadında ama herşey hikayeye uyarlanmış biçimde anlatılan harika bir kitap.Kitabı okuduktan sonra fiziğe merak sarıp böyle bu dünyadan hafif kopmuş,herkesin deli saçması olarak nitelendirdiği 'sav' ları hayat felsefesi yapmış biraz garip bir insan olduğum doğrudur ama herkesin hobileri,ilgi alanları vardır yani kim ne diyebilir ki?

Konuya geri dönüp İTEF 2010' un detayları hakkında sizi bilgilendirmek istiyorum. 30 Ekim-2 Kasım arasında otuz farklı ülkeden yetmiş yazar katılacakmış.Dört gün boyunca Edebiyat söyleşileri,okumaları dünyaca ünlü yazarlarla beraber İstanbulluların katılımıyla gerçekleşecek bu etkinliğe başka bir Edebiyat Festivali olan  Wınternachten 'de katılımıyla destek verecekmiş.


Özetle FNO'dan sonra bu etkinlikte çok ses getireceğe benziyor.Avrupa Kültür Başkenti'nden en son gelen etkinlik haberide bu.Detaylar için ziyaret edebileceğiniz adres: http://www.istanbultanpinarliteraturefestival.com/tr/
Not:Bugün mis gibi bir hava var ve eve kapanmayın güzel İstanbul'un tadını çıkarmaya bakın.Ben öyle yapacağım.İyi haftasonları:)

22 Eylül 2010 Çarşamba

İlginç Ama Eksik

Kutsal kitaplarda yer alan ve herkesin bildiği bir mucize olan Hz.Musa'nın Kızıldeniz'i ikiye ayırması 21.yy da gerçekleşebilirmiş.Bilgisayar simülasyonu,güçlü rüzgarların saatlerce esip suyu ikiye ayırabileceğini gösteriyor.

Araştırmacılara göre;denizin dibindeki eski bir nehir yatağının çukurunun rüzgarlarla itilen suyun birikmesini kolaylaştırmış olabileceği öne sürülüyor. Nehir yatağına itilen suyun çekildiği yükseltide de çamurlu ama yürünebilir bir patikanın su yüzüne çıkabileceği belirtiliyor.
Üç büyük dinin kitaplarında bahsi geçen mucizede, Hz. Musa ve beraberindeki kavmi onları yok etmek üzere takip eden firavun askerlerinden kaçarken Kızıldeniz kıyısına geliyor ve kaçacak yerleri olmayan kavmin önündeki denizin suları ikiye ayrılarak geçiş yolu açılıyor. Kavim gece boyunca buradan karşı kıyıya geçiyor. Sabah onları aynı yoldan izleyen firavun ordusu ise, kapanan suların altında yok oluyor.


ABD Atmosferik Araştırmalar Ulusal Merkezi uzmanlarının yaptığı açıklamalara göre;mucize olarak anlatılan olayın sıvı mekaniğiyle açıklanabileceğini, gece boyunca tek yönde esen güçlü rüzgarların suyu yüzeyden yavaş yavaş iterek dipteki yükseltileri ortaya çıkarabileceğini belirtti.Yani deniz şiddetli rüzgarlarla ikiye ayrılıyor,Hz Musa ve beraberindekiler karşıya geçtikten sonra firavunun askerleri denizden geçerken rüzgar şiddetini azaltıyor ve sular birleşiyor.

Şimdi tüm bunlar gazete ve dergilerde yer alan haberler.Yalnız benim aklıma yatmayan birşey var.Tamam bilgisayar simülasyonlarıyla denizin ikiye ayrılabileceği hatta Hz.Musa dönemindede şiddetli rüzgarlarla denizin ikiye ayrılıp insanların karşı kıyıya geçişlerinin bu şekilde olduğu ileri sürülmüş.Koskoca denizi ikiye ayırabilecek,denizdeki dalgaların bile karşı koyamadığı kuvvette bir rüzgar denizi ayırırken karşıya geçen insanlar bu rüzgara nasıl dayanabiliyor? Yani bu kadar şiddetli bir rüzgara maruz kalan insan nasıl uçup denizin içinde kaybolmuyor?Dalgalar bile rüzgara karşı gelemeyip denizi ikiye ayırırken insanlar nasıl oluyorda rahatlıkla denizin arasından yürüyüp karşıya geçebiliyor?

Yani araştırmacılar bunu nasıl açıklar bilmiyorum ama olayın bu şekilde gerçekleştiğini ileri sürenler Plos One adlı dergide bu sonucu yayımlamışlar bile.Birde benim soruma bir cevap verin bakalım :)

Bu arada Mısır'da bulunduğum sürede öğrendiğim bir bilgi:firavun ve ordusu Kızıldeniz'den geçerken sular kapandığı sırada firavun pişmanlık duyarak Allah'a secde etmek için dizlerinin üstüne kapanmış ve on yıl öncesinde İngiliz arkeologların çalışmalarıyla Kızıldeniz'den firavunun dizlerinin üzerine kapandığı şekilde bulunan iskeleti çıkarılıp British Museum'da sergilenmek üzere İngiltere'ye götürülmüş.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Beyoğlu Rapsodisi

Okul arkadaşımın hediye ettiği bu kitabı soluksuz okudum diyebilirim.Kitap;Beyoğlu'nda doğup büyüyen üç arkadaşın hayat hikayesini anlatıyor.Beyoğlu'nun bilinen yüzünden çok bilinmeyen karanlık yüzünü,arka sokaklarını,tarihini her yönüyle işliyor.Yazarın Beyoğlu hakkında derin bir bilgiye sahip olduğu kitabın her sayfasında rahatça anlaşılıyor.Polisiye roman diyince akla ilk gelen Agatha Christie'nin tüm serisine sahip biri olarak bu polisiye romanıda gerçekten beğendim.Aslında Christie'nin romanlarında olduğu gibi kitabın sonuna kadar katilin kim olduğu hakkında çok bir fikir sahibi olamıyorsunuz daha doğrusu cinayeti işleyen hep ummadığınız kişi çıkıyor.Kitabın yazarı Ahmet Ümit.Yazar hakkında kitabı okumadan önce detaylı bilgiye sahip değildim.Daha sonra nette ufak bir araştırma yaptım.Ahmet Ümit Marmara Üniversite'si Kamu Yönetimini bitirdikten sonra 1985'te Moskova Sosyal Bilimler Akademisi'nde öğrenim görmüş.Yazarın solcu olduğunu kitapta polise olan yaklaşımından zaten anlayabiliyorsunuz.Birde kitaptan hatırladığım aklımda kalan bir cümle kitapta geçen bir Rus Atasözü'nü paylaşmak istiyorum. ''Çirkin kadın yoktur az votka vardır''
Dipnot:Kitap Yunancaya'da çevrilmiş 'Sofia İspinaldi' adıyla yayımlanmıştır.

Destek Verelim.

Tiyatro sanatçısı Tuna Arman'ın Adana'da "hayvana yönelik şiddete ve bir insanlık suçu olan tecavüze hayır'' adıyla başlattığı müzikli imza kampanyasına bir grup Atatürk Parkı'nda evcil hayvanlarıyla katılarak destek vermiş.Geçen gün Taksim'deydim ve orada da ellerinde pankartlarla katılımcıları görünce öğrendim ki 14 Eylül'den beri İstanbul'da da Galatasaray Lisesi önünde Tuna Arman önderliğinde eylem hala devam etmekteymiş.Yonca Evcimik,Çiğdem Batur eylemde gördüğüm ünlüler arasındaydı.Durup biraz dinledim ve tüylerim diken diken oldu.Sokakta muhtaç durumda gördüğümüzde acıyarak baktığımız köpeklere şiddeti geçtim bir de tecavüz edilmesi nasıl insanlık dışı bir harekettir! Açıkçası eylemden kısa sürede ayrıldım çünkü daha fazla dinlemeye kalbim dayanmadı.Özetle böyle bir konuya duyarlılık göstermeleri çok güzel umarım daha çok kitleye ulaşılarak bu insanlık dışı suçun ortadan kalkmasına olanak sağlanır.

17 Eylül 2010 Cuma

:)

İlkinden sonra biraz acele ettim farkındayım.

Okul zamanı cuma günlerimin boş olmasındanmıdır bilinmez perşembe akşamlarını hep sevmişimdir.Haftaya üniversite yolu taştan diyerek okulun yolunu tutacağım yine.Bu hafta ders seçimimiz vardı.Projelerde notu bol hocaları herkesten önce seçebilmek adına seçmeli dersleri adına bile bakmadan alelacele işaretledim.'Uzaktan algılama ve yönetim organizasyon' seçtiğim ve hakkında bilgi sahibi olmadığım derslerdi.Seçtikten sonra merak edip baktım.Yönetim organizasyon;adındanda anlaşılacağı üzre planlama,yönetim,denetleme,organizasyon teorilerini kapsayan bir dersmiş.Uzaktan algılama ise uydu görüntülerinin analiziymiş.Aslında dersler hakkında detaylı araştırma yapsaydım yine seçimim aynı olurmuş bunu anladım.Anneme bu dersin içeriğini anlattığımdaysa tepkisi çok güzeldi bana 'sonunda kendine göre bir ders bulmuşsun,bu dünyadan değilsin zaten'dedi.:)Uzay,fizik,kuramlar beni hep cezbetti inkar etmiyorum.Mesela 'Paralel Evrenler Kuramı' ,insanlara açıklıyorum dalga geçtiğimi düşünüyorlar.Paralel evrendede aynı benden var farklı hayat süren.Yani bunu Hugh Everett söyleyince inanıyorsunuz da ben söyleyince neden deli gözüyle bakıyorsunuz anlamıyorum ki.Hayır herşeyi geçtim ben reenkarnasyona inanan bir dedeye sahiptim.Genlerde var marjinallik.'Öldükten sonra tekrar hayata geri döneceğim' derdi rahmetli valla ben buralarda görmedim,başka bir ülkede falandır onu bilemem:)...Neyse Reenkarnasyon falan değil ama paralel evrenlere gerçekten ilgi duyup sürekli araştırıyorum.Mantıklı yanı çok,araştırmaya devam ediyorum.Evren bilimi,fizik bunlar anlaşılması kolay işler değil ama bellimi olur belki birgün Cern'den de bir yazı yazarım.Yani bu çok büyük bir hayal tabi ama herzaman her cümlenin sonuna cuk oturan bir cümleyle yazımı tamamlamak istiyorum.'why not?'
saygılar vs vs.


Yeni başladığım bir internet uğraşısı daha

Kitap önsözü ya da yeni yazmaya başlayan bir yazarın ilk köşeyazısında olduğu gibi 'Bu ilk yazımda siz değerli okuyucularıma...' diye bir cümle kullanmayacağım.Çünkü ne yazarım ne de yazar kadar ustalıkla yazabilecek yeteneğe sahibim üstelik sözelci bile değilim.Oyüzden söylemek istediğim ilk şey yazım hatalarım,cümle düşüklüklerim,anlatım bozukluklarım olabilir yani bu kızın yazılarında giriş gelişme sonuç yok efendime söyliyim başlığın çoğu zaman yazıyla ilgisi yok,yazıların belli bir konusu yok demeyin:)
Aslında uzun uzun anlatabileceğim hayata dair deneyimlerim de yok.Sıkıldıkça birşeyler karalarım,okuduğum bir kitap,izlediğim bir film,gidip gördüğüm bir yer belkide eğlenceli birkaç anı bu sayfada yer alabilir.
Bu arada 'Septisizm'i merak edenler için şüpheciliğe dayanan bir felsefi görüştür.
Şimdilik bu kadar.İyi akşamlar.